Herkes paylaşım, retweet, ileti peşinde... İnsanı duyarlı olmaktan bile soğutuyorlar bazen. Eğer ki profil fotoğrafınızı değiştirmiyorsanız umrunuzda olmuyor diye düşünüyorlar. İnsanlar ne kadar basitleşti benim aklım almıyor. Halbuki bir başka acıya üzülmenin, ağlamanın ya da dua etmenin gizli saklı yapılması evladır diye bilirim ben. Hayatı sorguladığım zamanlarda ya da üzüntülerin adil olmadığını düşündüğüm zamanlarda Yılmaz Erdoğan'ın yazıp yönettiği Bana Bir Şeyhler Oluyor tiyatrosunu izlerim ben. Aniden replikleri belirir zihnimde bazı bazı. Bugün yine yeniden izledim bir kez daha. Belki birilerine daha bunları düşünmesini sağlarım diye attım kendimi buraya. İzleyin derim, ama izlemek şart değil, replikleri bile yeterince ağır gelebiliyor insana...



Anlatacaklarım var!
Vaaz vermek değil niyetim, duyduğumu söylemek.
Söylemeye değer şeyler duyuyorum zira.
Belki hayatı daha yaşanır kılmak için ya da belki sade ama sade anlatmak için...
Sen anlat dedi bana Tanrı, anlaşılsın diye değil, hiçbir mükafat beklemeden anlat...
Çünkü bir mükafattır artık bir anlatıcıya doğru düzgün anlaşılmak!

Sen anlat dedi bana Tanrı...
Umudu hatırlatsın diye umutsuzluğu, çareye yol açsın diye çaresizliği anlat...
Ders verme dedi kimseye, çünkü hoca denmez öğrenmesini bitirene.
Çırakları olan bir çıraktır usta, olsa olsa...
Sen anlat dedi bana Tanrı, sen sade anlat...

***

Hiç kitap okumayan bir adam niçin merak eder seneye yazılacak kitapları?
Bu dünyada bile yaşamayı beceremeyen niçin merak eder diğer gezegenlerdeki hayatı?
Geçmiş ve bugün ne zaman bitirildi de gelecek sorgulanıyor?
İşler hala kalleşçe hallediliyor ikili ve uluslararası ilişkilerde...
Her ülkenin sınır komşuları dost ve kardeş düşman ülkeler...
Doğru düzgün top bile oynayamıyorlar kavgasız!
Oyunları savaş gibi görenler savaşı da oyun gibi görüyor elbet...
Aynı kadına sevdalananlar birbirini vuruyor,
Aynı şeyden nefret edenler can ciğer arkadaş...
Bir şeyi, bir kadını, bir erkeği ya da bir ülkeyi sevmenin cezası ölüm bile olabiliyor bazı...
*** 

Sevmenin pek az çeşidi vardır gönül raflarında...
Birini ya da bir şeyi seversiniz ya da çok seversiniz...
Ama iş sevmemeye gelince sonsuz seçenek vardır önünüzde.
İster sinir olursunuz, ister gıcık olursunuz, iğrenirsiniz, tiksinirsiniz, hatta sık sık nefret bile edersiniz.
Ne yazık, ne yazık insan sevmeme çeşitlerine harcıyor mesaisinin çoğunu.
Oysa sevin dedi Tanrı…
Adı sevgili olanlar bile karşılık istiyor kalbinin atış hızına.
Ben seni seviyorum ama dur bakalım sen de beni benim seni sevdiğim kadar seviyor musun? 
Oysa sevin dedi Tanrı…
Önce sizi sevmeyenlerden başlayın işe.
Karşılık istemeden, pazarlıksız sevin, sizi seveni de sevmeyeni de…
Oysa sevin dedi Tanrı...

***

Bir resim vardır onca gürültülü görüntü arasından,
Hiç aklımdan çıkmayan.
Hani bunu mutlaka birine anlatmalı dedirten cinsten.
Nasılsa kaydedilmiş bir hayat parçası.
Orta yaşın hafif üstünde,
Düzgün bir kadın,
Düzgün bir yolun ortasında,
Düzgün bir binanın önünde bağırıyordu.
Ama yapmayın o daha bir çocuk...
Hala sırtına havlu koyasım var onun,
Vakitsiz terlemelerde üşütmesin diye.
Yapmayın o daha bir çocuk...
Ama yapmayın diyordu kadın,
O daha bir çocuk...

Düzgün metallerle kaplanmış,
Ve hiç penceresi olmayan,
Bir cezaevi aracının içindeydi,
On altı yaşındaki çocuk.
Yüzü görünmüyordu çocukların,
Sadece bir tanesinin eli.

Ama yapmayın diyordu kadın,
O daha bir çocuk...

Ama yapmayın diyordu Tanrı,
O daha bir çocuk...

***

Bir yerde artık tartışılmaz bir usul oluşmuşsa yeni bir usul yaratın dedi,
Zira bir şeyi yapmanın şekli yani usulü amacının önüne geçmekte,
Amaçtan çok usulü kutsanır olmakta sonra,
O şeyi sevmek yetmez olmakta,
O sevginin herkes gibi gösterilmesi sevmekten daha önemli sanılmakta,
Kardeşlerim usul kavga sebebi yaratmakta,
Usul gelse gelse yol manasına gelir.
Ve eğer gerçeğe gitmekse maksadınız herkes kendi yolunu bulmalıdır,
Siz bir ana yol yapar ve gerisini yasak ederseniz eğer dedi.
Ya yol yolsuzluk ya da yolsuzluk yol olur dedi.

***
Yalnızlık.
Her kimliğe doğuştan yazılı tek uğraşıdır insanın bir yaşama sırasında...
Tek sermayesi, sahip olduğu tek şeydir,
Kıymetini bilmelidir, dedi.
Yalnızdır insan;
Hep kalabalıklara karışma telaşı bundandır.
Kalabalık yalnızlıklar, yalnız kalabalıklar oluşur, şehir şehir ülke ülke.
Kalabalık arttıkça artmaktadır yalnızlık da.
İnsan bir ölümü istemez, bir de ondan beter bir yalnızlığı...
Ama ikisi de muhakkak gelir başına bir yalnız yaşama sırasında.
Ölümün değil ama yalnızlığın bir tek çaresi var, dedi.
Tek çaresi aşktır bir yalnız yaşama sırasında nefes almanın...
Aşk da zaten iki yalnızın ortak bir yalnızlıkta buluşmasıdır, dedi.
Aşık olun!
Gösterin birbirinize yalnızlıklarınızı...
Nasılsa ayrılık insanın tek kişilik yalnızlığını özlemesi…
Sade ölüm değil, ayrılık da yaşamın emri…
Evet söyledi...
Ya da ben duydum...
Duyduğuma göre elbet bir ses söyledi bu söylendikçe usulen söylenir olan sözleri.
Evet duydum söyledi...
Her duyduğumda ağladım...
Pek çok ağlayışım sırasında duydum...
Kalbim tutanak tuttu duyduklarıma...
"Soruldu" dedi, cevap alındı.
"Yaşamak" dedi, "tek marifetiniz, biraz özen gösteriniz."
"Zulüm kimse zalimlik yapmayınca biter, mazlumlar dahil" dedi.
"Ama yapmayın, o daha bir çocuk" dedi Tanrı..
Ya gördüm neyleyim?!
İnsanlar vardı duvarın içinde.
Ya ben hep duvara konuştum,
Ya da duvar değil konuştuğum, içinde insanlar var.
Nedense beni anlasın istedim içinde insan olan duvarlar.
Bilmiyorum,
Belki de ben gerçekten delirdim...
Onlar haklı belki de.
İçinde değil duvarların insanlar...
Sadece arasındalar...

0 yorum Blogger 0 Facebook

Yorum Gönder

 
Cadı Kazanı © 2013. All Rights Reserved.
Top